KİM KALDI ESKİLERDEN? ANLAYAN DİLİMDEN...

Okunmamış 1 mesaj var

Hani insanlar ıslık atmayı kaç yaşında olursa olsun unutmazlar ya! Sen bilirsin, ansızın sıkışırsın, uzaktır, kaçıyordur veya ilgisi dağılmıştır, elin ağzına gider, kısa bir anda tiz bir ses çıkar, herkes bakar, seni duyar, görür, ilgisi odaklanır. Benim için yazmak da böyle! Bir bakayım dedim kalem tutan elim tuşlarda ses verir mi! Malum, yaştan mütevellit kireçlenme, romatizma ve bilumum hastalık kapının önünde… Halk olarak biz da...

Köşeleri kaptınız dedin. Bilirsin köşe kapmaca oyununu küçükten de sevmezdim; elimden çekilince savrulur, savrulduğum yerde kalır, hiç bir köşeyi bir türlü kapamazdım. Onun için malıma karşılık tek bir taş alamadım. Biz hep sözlerimizde boğulduk içimizde tutarak ve ben boğulmaktan usandım; ses vermenin vakti, saati geldi. Bilirim, tuhaf şeyler gelecek aklına, gülümseyeceksin. Ama zaman “söylesin itim” zamanı değil, fark ettim; “ay yerine gelsin” diye bir şeyler yapmak lazım…

Bizim kuşak dizini kırmış, kapıdan bakmayı âdet edinmiş “Hayır”ın getirdiği hayal kırıklığıyla. Bilirsin, çaresizlik alıştırılmış çocukluğumuzdan. Anamız bizi dışarı salmazdı. Kurtlar kapmasın. Ama biz doğru bildiğimize çare üretip, eve girmezdik; yeter ki insanoğlu istesin! Ne mitingler yapıldı Girne Kapısı’nda, hatırlar mısın? Kırmızı şapkalı kızı anlatırlardı bize durmadan, korkutmak için. Hâlbuki hep hain kurt’un sonunu hatırlamak lazım…

Siyasetin ucu sana da dokundu ha? İşten durdurulmuşsun! Yazım hoşuna gitmiş, “yaz” diyorsun. Ben sinirlenince yazarım. Ve bu ara, her gün biri çıkıyor sinirletmek için. Ne bilsinler!? Çözümsüzlük çözümdür lâfı yetiyor bana… Saçlarım kızıl derililer gibi dikili; herkes modaya uydum sanıyor. Mitinge gittim, biber gazı sıktılar üstüne dağılsın diye. Daha da dikildiler…

Bahçe kurmuşsun, ekip biçiyormuşsun, mesajından anladım. Bahçeyi bahçıvana bırak, hıyarları o eksin. Sen bu halka meram anlatmaya bak. Bilirim, aynı yaştayız, bizi duyar gibi yaparlar ama duymazlar. Artık duvarlarla bile konuşmak lazım. Bilirsin, bizde anne olmanın sabrı var. Galiba bu son şansımız, ne dersin? Aksi takdirde kabak gibi ortada kalacağız; senin bahçeye de “hani bunun ilk sahibi” denip ekileceğiz. Çünkü solumuzda maşallah bir sidik yarışı var; bir de Kıbrıslılık takıldı kuyruğuna, markuddi gibi, havada uçuyorlar. Yani herkes ayrı frekansta, mesele çok seslilik; sanki renkli olmayı kabullenmişler, ya da biz dünyayla kucaklaştık, kimliğimiz tescilli! Adam beğenmiyorlar. Tufanda iki parça bir tekneye binmişiz, yükümüzü üstümüze yığmışız, hâlimize bakmayız, derdimiz hegemonya…

İşte bu yüzden umudum kırıldı… Neticeye bak! Kaçta kaçımız kaldı? Biz bu düşünceyle zaten yanlış yerde doğmuşuz, bir de değnek verildi elimize, her iki ucu malûm, bazılarımız kendini sihirbaz sanıyor, mucize peşinde. Hâlbuki yaşamış olmak için var olmak lazım. Ama biz farkında değiliz… Herkes farkında! Nazım’ın ceviz ağacıyız sanki. Hâlbuki başımızda AB’yle İngiltere, BM, Türkiye-Yunanistan ve Öteki yan, bir de rahmetlik baban, dersem… Tam o fıkra halimiz. Sahi! Yedi Kocalı Hürmüz de var; o filme gidebildin mi çocuklardan vakit bulup? Fırsatları değerlendirmek bu yaşlarda önemli!

Kısacası, biz daha oynardık aynı havayı tekrar başa sararak ama saydıklarımla artık dans etmek zor; kıvırmakla olmuyor artık, iyi oynamak lazım. Ça-ça’dan başladık, sonra çarliston… Tam tangonun zamanı; illa sarhoş zeybeğine döndürecekler... Mesele: Egemenlik. Ne kadar varsa? Bir de, ben isterim “böyle” olsun… Beşparmak Dağı gölgesi vursun yüzüne! Bu kadar göbeğinden bağlıysan, 40 sene büyümez doğurduğun çocuk, hâlâ dizinde; sokağa çıktığında kimseler tanımıyor. Kurulan siyaset oyunu; uzun eşek değil! Ama kime söylersin? Herkes birbirinin sırtında. Mesele üstte olmak… Yahu üstte kim isterse olsun, durumumuz halvet zaten ve böyle kalırsa fiiliyat devam edecek. Zevk almaya mı baksak? Bırakın işte, ucundan tutulsun, altından belki kalkarız… Hayır! Herkeste bir akıl verme yarışı. Ne kadar varsa! Herşeyi kötüleme ve sanırsın eski zaman; ve bütün derdimiz vatan millet Sakarya… Alışkanlık ya bizde boşu boşuna konuşmak! Ver yansın! Evkaf’ın su meselesinden, göçenler bile feryat figan… E gel burada yaşa! Yok! Oy hakkı istiyorlar bakarak uzaktan…

İstemeyenleri koymuyorum içine, lafım isteyenlere; hani yalnız tatil için ya da sadece ölünce gelip de gömülmek isteyenlere. Kısacası Bermuda şeytan üçgenindeyiz! Ütopya artık imkânsız. Atılacak adımlar var ve bir el atarsak, tutacak kadar yakın bir yerdeyiz… Bırakırlarsa!

Bir de o neredendi, bu nereden geldi? Sağ anlaşılır da, solun bu hâlleri beni deli edecek. Kim vatandaşsa ve buysa vatan dediği, kalacak arkadaş. Ve o da savaşacak benimle var olmak için. Bak, sorma gir hanına diyecek sözüm yok da, kapıda bekleyenler uyur-gezer mi? Nasıl giriyor bu kadar aç insan görünmeden içeri? Ya da kim getirdi onları, ona bakalım… Ama insanlık kadük ya bu ara. Vur abalıya!

Aha buraya yazdım! Çözüm olursa, zamanında yaptığımız yanlışlarla doğrular yanımıza kalacak. Kimse köklenmiş bir ağacı söküp atamaz. Duygu’nun çocuklarının babası bir taraftan, Umut’un karısı öte taraftan, bir de adada doğan Kaderler var. Ayıklamak insanlık mı onları pirinç ayıklar gibi?!

Bu ara bizim evde kavga etmekten vazgeçtik ve karar verdik: Barışa ihtiyacımız var… Çocuklar için! Bu yazdıklarımdan bir şey anladınsa, senin de yazman lazım. Merak etme adres bellidir: “Ben söylerim Hanımım, sen işit Kadınım”.

Vallahi bu yaşlıların çok güzel sözleri var! Ama anlayan anlar… Sağlıcakla kal.

 

Yayın Tarihi: 

Pazar, 27 Aralık, 2009