Kıbrıs'ın yeşil ağaçları süsler ovaları dağları ve kadınları ÇOCUKLARIYLA süsler KIBRIS’I…

Bu günlerde hep bu şarkı takılıyor dilime ve bir fotoğraf karesinden bakar gibi objektif gözlerimle çevreme bakıyorum. Bu bahar gününde ne çiçeği görüyor gözüm, ne de duygularım alesta; her şeye bigâne kaldım, bütün gün kulağım haberlerde ya da yorgun ayaklarımla dünyaya bağlanmak için hala yollardayım. Yine seçim var ve hiçbir seçimde rahatça seçmen kağıdımı alıp oy vermeye gidemedim ben.

Bu ülkenin tarihiyle uğraşanlar burada yaşayanların köklerinin, kendi ülkesinde hırsızlık, katillik, soygun vs. yapanların sürüldüğü yer olduğunu söylerler. Yani bir nevi açık hava hapishanesiymiş burası. Kaderi belki de onun için değişmiyor; atalarımızın günahları toprağa mı karışmış ne! Üstünde yaşayanlar bir çeşit hapishanede yaşıyorlar hala. Kısacası zamanında suçluların, korsanların vs. bu adayı mesken tuttuğu söyleniyor. Yani bu ada hep bir kavga ülkesiymiş. Ne bileyim ne yolunun üstü… Stratejik değeri olan!

Düşünün! Kavga edilen bir ülkede siz hiç insan lafını duydunuz mu? “Bu ülke...” diye başlar her konuşma; bahsedilen hep topraktır, üstünde yaşayanlar kimsenin umurunda değil. Akdenizin bir yerine satranç tahtasını kurmuşlar ve sanki biz üzerindeki taşlarız: “Ne zaman silkinip ayağa kalkacağız?” ve “ne zaman bu oyunu bozacağız?” diye diye bu güne geldik… Ben dünyada var olmalı mıyım, böyle mi kalmak iyi; yoksa umurunuzuda mı değil?

Doğarken yedim kurşunu, savaşlarda ölmedim / Annem beni bu adada doğurdu / sıcaktı, ala yazdı / çitlembik zamanı sancıyla bıraktı beni toprağa / toprak ortasından yarıldı. Savaşa doğmak ne demek! Ülkesinde savaşı yaşayanlar bilir. Hiçbir şey normal değildir. Altınızdaki toprak her an kaygan, siz de üzerinde durmadan savrulan taşlarsınız. Şah ve mat her zaman hayatınızdadır… Korkuyla yaşarsınız. Bir günde bütün hayallerinizi bir yerde bırakır, kendinizden taşınırsınız. Aslında romantik-lik zamanı değil; artık dalıma bakıyorum ben, fidanlarıma... Köklerimin sağlam olması lazım onların yaşayabilmesi için.

Duydum ki kadınlarmış en çok ‘kararsız’ olanlar bu ülkenin geleceğinde... Hâlbuki onlar olmalı esas kararlı olan. İçinde şah oldukları evlerini karartan hep çözümsüzlük ve savaşlar... Arkasından su döktüklerimizin kaç tanesi geri dönüyor? Besleyip büyütüp başka ülkelere yaratıyoruz, bizim ülkemize yaramıyor aç kalıp okuttuklarımız, giymeyip giydirdiklerimiz! Onlara nasıl bir ülke vaat ediyoruz ki geri gelsinler..? Nasıl bekleyebiliriz onlardan bir kaygan zemine ev kurmalarını veya hatır gönülle, kayırmalarla yaşamalarını... hiçbir meziyeti olmayan insanların altında çalışmalarını nasıl isteyebiliriz? Bu memlekette kaç tane politikacı size neden nasıl ve ne yapacağını söyledi şimdiye kadar. Düşünün ki körü körüne senelerce birilerini şah yaptınız ve hep mat oldunuz ve ilk defa taşlarınız doğru yere ilerliyor ve kazanma ihtimaliniz yüksek.

Ve kadınlar hala düşünüyor… Neyi düşünüyorsunuz kadınlar… Evinizin duvarlarını mı? Size cevap veremezler. Evimizin direkleri gidiyor. Yavrularımız dönmüyor bu adaya. Onlara sağlam bir zemin yaratmak için, gerçek bir ülke olmak için bu son şansımız. Uçağa binip başka bir yere konmadan ulaşacakları bir ülke olsun yaşadığımız! Dünyanın tanıdığı, canımız yandığında haklarımızı alabileceğimiz, yaşadığımız yeri söylediğimizde dünyanın bildiği, çocuklarımızın taşıdığı pasaportun tartışma yaratmadığı bir ülke yaratmak için bu son şansımız... Kıbrıs’ın zenginliği ne ağaçları, ne kuşları, ne de taşları! Çocukları… Yani çocuklarımız. Ve artık oyladığımız ne bağ, ne bahçe. Çocuklarımız bizimle kalsınlar mı, kalmasınlar mı, bunun savaşını vereceğiz bu ülkede. Oylayacağımız budur! Yahut da sadece ihtiyarların yaşadığı, kimsenin tanımadığı bu düşkünler evinde, bu ‘vatan vatan’ dediğimiz küçük köşede yalnız başımıza öleceğiz…

Çılgın bir insan seli / yeşili alı mavisi laciverdi / gençler çözümü giymiş / barışın yokuşuna vurmuş kendini / güvercin kanadına bağlanmış / madem ki / dizilip asılan kızımın boğazında kalmış yasemin / ve ne zaman gelecek barış diye / soruyor bana oğlum / nasıl yanmasın içim benim / soluğum tıkanmasın / suçluyum işte

 

Yayın Tarihi: 

Cumartesi, 17 Nisan, 2010