Ve… Ben senin baktığın
o dilim ayla doyarım
O huşuyla izlediğin gün doğumundaki güneş
kızartır yüzümü
yüreğim çarparken senin düşüncenle
o yüzüme çarpan kan kızıl bulutun
eteği sıvanır içimden.
Ve… İçimden
insanlar geçer benim
durmazlar…
“Hepsi aynı” diyen insanlar… Keşke aynını bulsam da yüreğimdeki denize sana benzeyeni koysaydım. Koparılan her parçada yaşamaya çalışan Akdeniz’de yatan kuyruğu kopmuş mişaro ah! Kıbrıs… Kopup düştüğün yerde kıvranarak, bütüne olan aşkla, inatla yaşıyorsun. Eşin menendin yok, birilerinin hayalinden geçiyorsun “aynı” diye ve durmadan benim kuyruğuma basıyorlar… Ben aynı değilim, savaşına yandığımın ülkesi, yakılan orman ben/im, yanıp da tüten. Yangın içimden insanlar geçer benim sen bilemezsin. Renkleri lale tarlası, dilleri kopuk, siyah beyaz sessiz bir filme bakıp da hayale düşme, dağdan gelen bağdakini kovamaz… Kaybettiğin hiçbir sevgiliye benzemez suretim, yüzümdeki çizgilerin arasından kuş geçer kırık kanadıyla… İçimden insanlar geçer evet ve savaşlarda bu kuş tek kanatla nasıl uçmuş, bilmezler. Bırak der yüreğim “aynı” diyenler öyle zannetsinler…
İçimden insanlar geçer benim
al birini vur ötekine diyen
Kantarının topuzuyla
önce kendini bozan.
Yok mu farkı bülbülle karganın
ve gül…
Farkında olmayabilir mi bunun?
Sanmam…
Toprak kayarken altından, karda yürüdüğünü hayal edebilir mi insan? Hayale uçmanın pahalı olduğunu bilmez mi? Yabancı bir limandan girerken yabancılaşacağını, öpecek toprak kalmadığını, fark etmez mi kendi ülkesinde ecnebi olacağını? Buyurun; ayınız, kumunuz, güneşiniz ve hatta kalan ömrünüz kiralanıyor. Artık geriye kalanlar denizden gelen kaplumbağa misali, başka isimli bir limana bırakacak yumurtalarını, Alagadi, Alakadın olacak. Sizden doğanlar kırlangıç misali yuva bulamayacak. Nişan koyduğunuz efkalipto, binleri taşıyan alandan kesilmiş, dalları yerde mişaro gibi dalgalanıyor bütününe ermediğinden… İnsanlar geçer benim içimden, kendilerine her ihtiyaç duyulduğunda kaçan, miti miti yürüdüğünden, yetişemeyen. Hep arkasına bakıp da “öyleyse böyle” diyen, geleceği sorgulamayan, tüm ömrü uyumakla geçen, domuz gibi uyuyakalan… İnsanlar geçer vızıl vızıl yanımdan, sadece kendi geleceğine koşan, okumadan, bilmeden, görmeden, vızır vızır konuşan insanlar. “Konuşma olsun padişahım…” Hırslı- hırssız, hırlı- hırsız, ama kendisi “başka” olan, yalancı, çıkarcı, açıkgöz, ötekini ahmak sanan, siyaseti oyuncak yapan, topaçlara oy veren çocuk insanlar var içimde. Gelip de, “bu millet için çok çocuk yapın” deyip, yatak odama girenler var… Bölünmekten, öldürmekten hazzeden, beni kendisi sanan… Ve öyle insanlar da geçer içimden bazen yorgun savaşçı, yüreklerini dillerini parçalamışlar tarihten, benimle aynı değiller ama bana benzerlikleri yüreğime oturur acıyla… Bende soluklanırlar, ben onları anlarım, onlar da beni anlar…
Ezik bir çanak antendir yaşam
tüm acıyı toplamıştır
dünyanın her yerinden
sızılar gelir geçer her gece sinirle
bir dolunaydan
bir protest müzikle şekillenir “vay”
ve o ufuktaki güneş ah/tır
doğanı batıran ritüel
günebakandır, boynu bükük ada/m.
Karanlığa kalanın, korkmayanın
yüreği savaştır, dileği erişemediği
barış.
Bir kızım, korsanların kaçırdığı, saçları fırtınaya yakalanmış o sonsuzluğa giden gemide büyüyen uğursuz kadın. Sert dalgalarla yalpalayan, dine, ırka işlenmiş, yatağı ganimetle döşenmiş. Düşü harama bohçalamış hırsızım. Kimse sevmemiş, sadece sevişmek istemiş. Uğursuzluğu bundan. Kaçmakta, kaçırılmakta ya da tutanın elinde kalmakta… Umut deniz aşırı, eğreti bir aşkta orgazm denen açmayan çiçek, akıllara zarar bir muhabbet ve 40 sene müebbet… Sen satır başı hep. Ah! Yaseminler, aşkla dizilenler, satılanlar bir akşamüstü sinema sokağında. Sonu gelmeyen Türk filmleri… Aşkı savaşa dönmüş iyilerle kötüler, kazazedeler… Aşk meyvesi ekin portakalın yerine. Yiyin, için ve sevişin. Başka derdiniz mi var artık aşktan gayrı? Dizi dizi seyredin kendinizi… Kim kimi yenmiş, kim haklıymış vehmedin. Dönülmez akşamın ufkuna tokuşturun bardaklarınızı, için; zehrinizi… Kendini ip üstünde cambaz sanan açıkgözler. O sırıkla eski bayram yerinde bilmem kaç tarihinden beri, ağzınız açık, o kazık elinizde, ip üstünde sallanmaktasınız ve bakmaktasınız kalana… Asılın…! Ha düştü ha düşeceksiniz. Korkuyu da, isyanı da kendinize yakıştırmıyor, o gözünüzü diktiğiniz yerde tükeniyorsunuz… Kimmiş aynı olan…?
Dövülür hava/n elinde
Bir çift göz yüreğim…
Yara bere içinde ah!
Keşke bakmasaydım aşk ne diye.
Sol yanım kıyım benim
birinden kesilmiş, yarım elmayım.
Yılan bağrımdan
söküp atmaya kıymadığım
yüreğim restore,
yüreğim büyük han
açık kapılarından
vazgeçemediğim.
Ellerin iri, ayakların küt senin; yetmedin bana, yol almadan aynı yere döndün… Yok! Ben aynı değilim, fikrin denizi keser senin, gölgede kalan yaprak arası menekşesin kısa, ipine sapına aşk saklanır, sakınır kendini sonu olmayandan, sen düşünmedin düşünmezsin. Aşk kolay değil! Ağzı açık orkidedir dağları tutan, şehrin eşkıyalarından kaçar, karıncalara teslim eder kendini. Ağzından girer, burnundan çıkarlar. Rum karıncaları, Türk karıncaları ve hatta öteki iyi karıncalar her şeyden vazgeçmişler, kopmuş dillerini parça parça yuvalarına taşımaya çalışırlar. Mazisi belirsiz, kara deliklerden çıkan karıncalarla savaşırlar durmadan. Benim kelebeğin kuyruğunda kalır yüreğim, insanlar geçer içimden ma/ki dağlara sarılırım… Yarınsız aşklara aşık atar şiirler yazarım intihara yatkın ve yüreğimden duygusal, sevgi fukarası insanlar geçer hamal… İki elim kanda eteklerim lime lime çekiştirilmekte, savaşma “git” derim onlar kalırlar ve aşkı öyle bir yazarlar ki aşık olurum.
Yağmur gibi
yağar tüm kelimeler içime
içimden yaşamadığım insanlar geçer
kaç kurtul derim ünleminden
şu üç noktadan, geleceğinden de
bilmediğim aç hevesim aşk kokar
nefesim ful, yüreğim intihal.
İnsanlar var beni boşuna çalan,
Bana sormadan,
bir yere koymaya çalışırlar beni
İnsanlar var içimden geçen
dokunmadan,
istedikleri yere konarlar.
Akdeniz’deki tek liman sen değilsin bunu bil! Bu adada sensiz isimsizim yar, seni kuyruğundan tutup sineme sapladılar doğduğum günden. Yaşanmayan aşk kadar derinsin. Saklanarak içimde boğuyorsun beni. Hâlbuki insanlar var, oynaşı kalmamış muhabbet kuşu umursuzluğunda… Ah! Muhabbet tatlı bir kuştur havada uçar, alışmış kudurmuştan beterdir, aşka gelen insanlar var içimde… Yüreğimi parçalayan, aşıran turuncu dalından, gönenden kavunu çalan. Kelek çıktılar! Bir de insanlar var ki nar, açlığın üstüne döküyorlar kendilerini… İnsanlar var az, insanlar çok, insanlar var az-çok tefrikasız, sadece bayrağa sarılıyorlar açıldığı an. Hiçbir şey olan insanlar var, insanlar var bayrak olan.
Başaklar gibi yanıp kavrulan
İnsanlar var güneşten
Ve oraklar var başımı biçen.
Ah başım! Balık başım…
Koyun kıvırcığı yanıp da
boşa biçilen saçım.
Ah susuzluktan baştan kokanım
soluğu kömür is/ten kalemim,
aşkı üfleyen son deliğim kavaldan
tizim. Lirin telinden kopan ahenksizim
yok baranacak bir yerim
ayrığındaki kuş ölüsü bedenim
kanadıyla sensizlikten geçen,
aşkın terk ettiği, garip bir şehir
kimliğim…
Sevmiyorum seni Lefkoşa… Lefkoşa seni seviyorum da yüreğimin yarısını beklemekten usandım, yüreğin otobüs durağı senin… Toplu taşımacılığın söylenti, elinde çiçek taşımayan sevgilisi dönmeyen âşıkların durağısın. Ayağın dışa kaymış, ruhun bedeninden kaçmış, mezarsın bana. Yatırların mumdan erimiş, gelenle Mevlana’ya dönmüşsün. İçin için tarihini yemişsin ah! Bana haram şehir Bandabuliyam, yediğin haramla satıldın neslin doymaz oldu, çalanın elinden de çalarlar bilesin. Gelmişini geçmişini unutanın, hep bana diyen sağa bakanın taş duvarı, sağa sola bakanın şaşan yüreği, benim sol yanım…
Ah sol gözümün nuru,
korsan ruhlum.
Yüreğimi sarmalayan sarmaşığım,
elimden tutacaktın hani
tutup da hani bırakmayacaktın tadımdan,
fitnesin sen
üstündeki kelebekle günlük vuslata eren
İnsanlar ah!
İnsanlar geçer benim içimden
Sen bilemezsin,
ödünç evde pirinç pişirdiğinden,
evdeki bulgurdan olan.
Yollarda sürünen aç açık,
ve insanlar geçer içimden, doymayan,
başımı yerden kaldıramadığım
başımı eğen.
Yalanım, kapkara yalanım. Çobanım el âlemi kandıran; ufalanan, kırıntı kalan benim… Sonunda her yalana vatan/daş/ım; kısacası haksızlığa atılmayan taşım. Uçana kaçana arkadan atan arsız göz benim, sürmesi çalınan. İnsanlar var aşkın iaşe sırasında, sevgisizliğin açlık sınırında insanlar… Dili ağza girmeyen, hiçbir şey söylemeyen kuru saman alevi; insanlar var yalan… Kör kemaneci, aşığım diyen, tuttuğunu çalan. Savaşı giyinip sis içinde kendini kaybedenler var, ne sevdikleri belli, ne sevmedikleri. İnsanlar var yüreğime konan, kuş misali, yüreğimdeki sevgiden geçinirler. Doymayanlar var, kırık dalımdan havalanan, mutsuz yüreğimden parça koparıp da göçen, göçüp de bir adım yol almayan insanlar… Ve korkanlar var, kaçmaya çalışıyorlar, havuzlarda yüzüyor cesetleri. Fikir balonlarında konuşanların ruhları maytaplarda parçalanıyor ve sessizce yüreğime düşenler var, nur olanlar…
Hiç olmayanlar var,
Cepleri dışa dönmüş boş…
İnsanlar var
cepkenleri Çarli Çapli,
yürekleri para.
Çıkıları var yürekleri yok…
“Yok” demeyi bilmeyen insanlar var
bana dokunmayın diyen yılanlar…
Dokunanı da diyenler var,
ölümüne… Gözyaşı olanlar.
“İnsanlar var gözleri dolar, insanlar var kaç dolar”. Kim söylemişti bunu? Dokununca ağlayanlar, dokununca sinirlenip de yollara düşenler var. İnsanlar var gölgelere saklanmış kırk derecede gün terlemeyen, ruhu sakatlanan zenginlikten, insanlar var batsali yılan. Hain denilen, ruhu karayılan insanlar var yaralı; benim içime dost, içimin ta içinde… Gözüm ısırıyor onları bir yerden. Yavrusunu özenle ağzında taşıyor bazıları, onlara güvenli yer arıyor, benim anam beni yiyor… Çocukça manalar yüklüyorum ona: “Beni seviyordu da…!?” Yalan.
İnsanlar var sevgiye susuz,
Bir güne açılıp geceye solan
kaktüs çiçeği insanlar
ve tüm akarsular öteki,
yolu kesildiğinden akarsular yurtsuz,
insanlar var her tarafta mutsuz…
su gibi ezber tarihle
hisarlardan atıp kendilerini
bilmedikleri memleketlerin
tarihiyle intihar ediyorlar
İnsanlar geçiyor içimden Aynalı, kimse bakıp yüzünü görmüyor… Anne ben sana benzemiyorum, sömürgeye sen doğurdun beni ve sen sömürgeye teşnesin. Ben bir urum sana, beni içine sindirme insanlar aynı değil, zenne de olabilir Becerikli de, kanun da çalabilirler ama suçlu olamazlar. Kabul et, bana aşkı, vuslatı sen yasakladın… Duygusuzluğa gömülüp kalıyorum zindan yüreğimde, anne bu kanunu değiştir. İnsanlar küllü suyu gibi oturmuş içime, küt bıçakla ruhumu kesiyorlar, aynı yapmaya çalışıyorlar beni. İçimden kötülüğe karşı çıkanlar var ve ben onların bir gece vurulmalarından korkuyorum… Vuruluyor, ölüyor ama içimde yaşıyorlar.
Ve… İnsanlar var içimde ölen,
geçmişinden dönmüş,
dökülüyorlar gözümden,
çürük kokusundan duramıyorum.
İnsanlar geçiyor içimden
Sokaklarda satılıyorlar nergis diye
Bir tarlada gözleri açık kalmış,
adanmış insanlar kalıyor
içimden geçerken
dalgalanıyorlar…
Nereden gelirlerse gelsinler nereye giderlerse gitsinler zulümlere savaş açmışlardır dünyanın her yerinde… Onlar benden, ben onlardanım. Yürekleri ruhları ayaktadır, hiç uyumazlar, ben de uyumam…
Ve öyle insanlar var ki… Hep içimden geçerler... Ama yokturlar…
Son yorumlar