Biz Ömrümüzü Böldük İkiye / BİZİM ZAMANIMIZDA diye…

aşk/Savaş

Bir sabah uyurken uyandırmışlar ve önüne koymuşlar büyük halini, ayakların sandalyede otururken, yere basmadan. Savaş çıkmış, yaşadığın yeri bölmüşler ikiye, bir parçasını eline vermişler oyna diye. Hâlbuki çocukça oyunlar oynamak istiyordun, hep kazanmak ümidinde… Doğduğun gün kaybettiklerin, bir ödül gibi dönsün istemiştin sana. Koşarken ayaklarında hız, yapayalnız… Hep çoğalmak arzusu vardı içinde… Ama kazandığın ödülü alırken bile, kimse yoktu etrafta; o zaman anladın ki kazanmak kolay değil, çoğalmak da… Kaç kişi yürümeyi öğrenmeden çıktık bu yollara, kaç kişi ‘kaçan kurtulur’ dedi, aldı başını gitti ve biz büyümeden ihtiyarladık. Lamba suyuna karışan yanmış portakal kabuğu kokusu var anılarımızda. Bir sobanın başında küçücük odalarda, duvarlara vuran tekerlemeler geri geliyor… Portakal, sen burada kal derken yarısı, öteki yarısı sen şurada kal diyor… Orası diyecek kadar uzak olmayan bir ülke burası… Bölünmüş haliyle.

Ah! Adam/ın sokakları senin dilin bozulmuş, o eski sokaklarda yürürken, yabancı geliyor bana sesin, anlamadığım, bir film şeridi geçiyor siyah beyaz gözlerimin önünden yavaşlayarak yükünden… Eşyalarını sırtlamış yorgun insanlar var kaçan evinden, birinin boşalttığına öteki doluyor. Ruhu kalıyor gidenin kendi evinde, ardına düşmeye vakti olmuyor… Oturduğun o evde, sana yabancı şeyler bırakmaz yakanı… Hatta, görmeden bastığın bir küçük düğme, bir hayal çıkarır karşına, bir kadın, kapkara elbisesiyle elinde iğnesi, kaybolan düğmesini deli gibi ararken…

Ah! O akasya kokusuyla savrulan gençliğin, yolu kesilmiş duvarlara çarparak, o sana ait kısa anlarda, bir ağaca asılmış kırık aynadan suretine bakarak, yüzündeki tüyleri, fırsat buldukça elindeki silahtan durmadan kazıyarak büyümeye çalışmak… Vakitsiz mesafeye sığdırmaya çalıştığın ergen duygular, kızarıp bozararak yabancı yataklardan kalkarken, savaşı dinlemeyen hormonlarla coşarak kendini erkek sayan… O gözünün yaşına bakmadan, camdan bilyelerini bir kutuya koyarak, çekmeceye saklayan. Sapanı silahla değiştirerek… Çıkarıp kısa pantolonunu, benliğini bulamadan savaşa giden çocuk… O şeftali yanaklar içini gıcıklarken, tüyünden sıyrılmadan. Tadını düşlerken, istem dışı yanağını burarak, ağzını sulandıran tat... O! Sevmek arzusu, her nöbette aklına düşerek saatleri saydıran, hayalin dudağından defalarca öptüğün Kiraz. Tatlı, sert, nemli buğudan, teninden hafifçe ısırarak kurduğun o fantezi, karanlıktan medet umarak. Asker urbalarıyla…

Hemen ölecek gibi çıkan savaştan, hep kısa mesafelerde yaşamak arzusu, alelacele, içini baydıran düşüncelerle durduğun ilk nöbet. O akşamın hayvan gibi kokusu nefesle yayılırken, gölgenin koşa koşa oradan kaçmak arzusu… Eline büyük gelen silahın demirden kabzasını sıkarak, morarmış avuçlarla acıya razı olmak, kovmak için uykuyu... Binbir korku filmi gecede başlarken. Her an gelecek gibi çalının arkasından bir düşmanın kurşunu öldürmek için seni… Sığındığın duygular giyerek gecenin jartiyerini, sıyırarak başından bağladığı mantini, karanlığın renginde saçını savurarak omuzlardan çağlayarak dökülen bir şırıltı… Gözünü kapadığın an aklı başından alan tüm seslere cevap arayan muhayyile… Ve aklından geçen saçma sapan sorular? En güzel ses ne? Para sesi, kuş sesi, kadın sesi, su sesi… Bir eksik gecede, ansızın bir çıtırtı, havalanan baykuşla hayallerini kaçıran, binbir kuşkuyla seni zamana döndürerek. Dolunayda şaha kalkmış bir arap atı korku, rüzgârın hızıyla bıçak gibi keserek sana koşuyor köpükler savurarak, nefes nefese sırtından geçip sesini kısarak… Para sesi, k.ş ses., kadın ..si, su s… Korkunun teklemesi…

Aşk, kollarında savaşın, soğuktan titrerken sığındığın her şeyi unutturan. Savaş gibi her şeyi mubah olup, izahı olmayan, kendini bir şey sanan. Yarım gülüş, bir sübyan kızın yüzünü kızartan… Biri bakarken, boğazını kesen kolalı yakasını çıkarmaktan utanan, gözlerini kaçırarak kaçamak bakışlarla etrafta süzülürken… Yavru bir kuş göğsünde, kanatlarını çırparak uçmaya çalışan… Ufkun kapanmış, duvarlara çarpmışsın. Emin olmadan konacağın dalın sağlamlığından, atmacadan korkarak, kaçmak isterken, akıldan geçip gölgesine sığındığın kalbin… Ne kadar yar sana! Bacasından kaygıyla, yeknesak dumanlar savurarak sana sınırlar çizen, savaşı hiç bitmeyen doğduğun yer-in. Dünyada ne kadar varsa

O/ iç çekişindir ki/ beni benden alır/ sende eritir… Yaşanmamış hayatlara götürür beni, kırık kaleden kurşun dökülür başıma, korkum azalmaz. Ruhumda bin şeytan gezer, göçmen gittiğim evde, 13 yaşımda dinlediğim kanlı masallar aklımı karıştırır; ne bileyim hangi köyde herkesi kesmişler… Yaşlı kadının elindeki tesbih çarptıkça birbirine, tek tek düşerek, sinirlerimi bozar. Hipnotize olurum, hep aklıma ölümü getirir anlamadığım dualar… Gül damlasından çıkarım, keskin barut kokun siner üstüme, her yerde iki kişi gezerim ölümün korkusuyla.

Bir ilkbahar sabahı yağmur apansız bastırınca, hazırlıksız yakalar seni ahmak ıslatan, ateşlenirsin binbir sayıklamayla… Aşk/savaş… Sen nelere kadirsin… Fethetmek için birini, öldürmeye değer mi? Bir asker dikilir karşına, havadan sudan, önceden ıslığını duyduğun. Gecenin karanlığında patlar, hayatına karışır, önce ezer, sonra parçalar, bedenine saplanır. Zaten kendinde değildin… Artık hiçbir zaman kendine gelemezsin.

Söğüt dalından nazenin boynu bükük bir türkü gibi hanende, ince ezgilerle sık sık çağrılır adın, her dem başka biçimde… Her şey taşınır sana; mutluluk, umutsuzluk ama sen o evde, kötü hiçbir şeyi barındırmazsın… Kapı açıldığında insanın rahatlayacağı, ruhunu dinleyecek bir ferahlık olmalı/sın. Tetikte bekleyerek gelen kötülüklere bir kalkan olmalı bedenin. Çünkü sokaklar tekin değil, adları değişiyor durmadan, yaşadığın sokakta bile kayboluyorsun, nerede oturduğun belirsiz, nereye gideceğin de… Her masaya oturduğunda binbir ümitle… Hep aç kalktın başka sefere diyerek, hep hazır ol’da bekledin, bekliyorsun… Ev derli toplu olmalı, yemek ocakta, sevgi eşit ölçüde içine konmuş… Kanlı çamaşırlar yıkanmış çalan her havayla, diline bakmadan bir Çingene güzelliğinde oynamalısın… Kapına rüzgârın savurduğu yapraklar kalsın doğallığında, kaderin savurduğu kader arkadaşları olsunlar sana… Ölenle öldürenleri içinden atmalısın, savaşı ısrarla anmak ne kazandırır ki… Yanlışlıkla giydiğin berbat bir elbise gibi düşün, hiç sevmediğin; sandığına koy giymemek için. Çektiğin fotoğraflarda gördün, sana yakışmamıştı, en alta koy onu, üstünü kapat, anahtarı at, kimse bulmasın, kapalı kalsın Pandora. Hepsini anlat yaşadıklarının, duyanlar anlasın. Neler giydirdiler sana yıllarca…

Buna benzeyen binbir şey geçer içinden. Mesafe kat etmeden dönerken, hep aynı yere gelmişsin... Sanki kötü yazılmış bir masalda yaşadın. Sömürülmüşsün. En büyük kıyım kendine, bütün haklardan mahrum edişin; grev hakkını vermeden, hasta iznini bile kullanmamışsın, boğaz tokluğuna kurban oluşun boşuna bayramlar-da, senin olmayan. Hep azınlıktasın, savaş halinde, dizilip asılıyor ve hep boğazında kalıyor dileğin: insan gibi yaşamak… Ve her gün çiçekler açıp, toplanmadan kuruyan ümitlerle geçiyor zaman… Bir kadın/adam ne yazar ki! Yaşadığı aşk/savaşsa… Ve ne eker bahçesine alışkanlığından… Yasemin… Ama ben iki de cemile ektim sol köşeye, kendi elimle, özenle baktım suladım ve nazını esirgedim, dikenleri var… Her şeye dayansın, kimse dizip asmasın ve kesmesin kolayca, eline batsın.

Çünkü serde hala savaşlara gebe olmak var ve o savaş mağduru küçük kadınlar, yüzlerinde kesilmiş çizgili yollar, hiçbiri hayatlarını yaşamamışlar… Ellerinde çaputlar, eskileri ovup parlatıyorlar, kaybettikleri kimliklerini baktıkça görmek için, çocuklarında… Kendilerinin olmayan evleri toplayıp düzeltmeye çalışıyorlar, her yere yetişerek, yeni şeyler öğre/n/t/meye çalışıyorlar, eskilerden umut keserek. Kapıların önüne sular dökerek… Toprak tüterek… Oturup bekliyorlar hala, geleceklerini… Her an gelecek gibi… Çünkü dışarıda kuduranlar var, mahvetmişler her şeyi ve hala mahvetmeye uğraşıyorlar… 

Gece yatarken yorgunluktan gözlerindeki boyayı silememişsin, dişlerini fırçalamamışsın, su soğuk, uykun kaçar diye ve çorapların ayağında yatmışsın ve bir sabah uyanmışsın, döküm saçım yüzün 40 senelik savaş halinde ve bir bakmışsın ki aşk bitmiş. Zor olmasın diye yüreğinde boş kalan yerde yalnız yaşamak, bir kenara koymuşsun o saygısız sorumsuz beyninle abarttığın duyguyu… Arkanı dönmüşsün zarar veren hayale, sonu belirsiz… Ve sevgiye sarılmışsın sıkıca… Bütün mesele… O bitmesin. Çoğalırken yetsin diye, ateş-kes biterse…

 

Yayın Tarihi: 

Pazar, 24 Ocak, 2010