Belleğin mutfağında bir giz/li tarif defteri…

Kendimizi yaşamak kaç satır, ne kadar imla yanlışı var yazdıklarımızda, kaç sayfayız ve ne kadar okunabilen bir uslûbumüz var? Kaç kişinin önüne koyabiliyoruz pişirdiklerimizi ve kaç tarif çıkabilir yaşadıklarımızdan ya da ömür boyu hatırda kalabilecek kaç lezzetli kelime var değişik kullandığımız, bizi anlatan? İnsanlar bir çekirdek kadar küçülttükleri dünyalarının içinde yaşayanları aç gözlülükle doyurma çabasından kurtuldukları ve gözlerini açıp etrafa bakmaya başladıkları gün duyarlı olup aşağılanmaktan kurtulacaklar. Evlerinden çıkarak, komşularından başlayarak dünyaya açmak zorundalar, gailelerini… Yeni şeylerin tarifi öyle başlar, kahvenin adını bile tekrar öğreniyorsunuz. Siz Türk kahvesi diyorsunuz bunca zaman, onlar Rum kahvesi demeye başlıyor ve neticede Kıbrıs kahvesinde anlaşanlar var; dünya kahveden ibaret değil. Siz bununla uğraşırken çeşit isimle yeni tarifler çıkıyor ve bir bakıyorsunuz çocuğunuz frape içiyor... Sevgide ve hatta aşkta paraya dayalı hiçbir gayrimenkulünüz yoksa, oturtulduğunuz bir sandalyeden kaynaklı büyümemişseniz, “kendim için istiyorsam namerdim” şaka gibi durmuyorsa dilinizde ve içinizdeki çocuk büyümemişse, işiniz zor! Ruhunuzu peşine takıp durmadan koşuyor yaşınıza bakmadan. Siz 30’a kadar solcu olmayanların kalbinden geçip, 30’dan sonra solcu kalıp, aklından şüphe edilensiniz. Tüm yaptıklarınız zan altında, içinizdeki çocuk vicdandan dem vurarak öcülerle savaştırıyor sizi ve durmadan büyümenize ket vuruyor. Uçurtmaya katıyorsanız mutluluğu adam olamayacaksınız zaten ömür boyu, çünkü bırakın içinizdeki çocuğu, çocuklarınız izin vermeyecek buna...

Beyin hücreleriniz kulaklarınızı kapamış ve maddiyatın işgal ve şerrinden sizi kurtarmışsa, elinizi düşene uzatıyorsanız ya da size küsmüş birine, barışmak için soyunuzun, hatıralarınızın, geleceğinizin selameti uğruna, bu dar zihniyetle bağdaşamayacaksınız. Bugüne kadar nemalanmamışsanız ve çıkar gözetmemişseniz zaten vazgeçin! Sizden adam olamaz… Buradaki adam cinsiyet belirtmiyor yanlış anlaşılmasın! Hayatları boyunca savaşmaktan ıslah olmaya vakit bulmamış büyüklerimiz, bunu ataerkil lügatimize koymuşlar. Bizi geleceğe hazırlamak için. Hani dersimize çalışırsak büyüyünce olacağımızdan bahsediyorum, aksi takdirde zibilci olmak var! Çevreyi temiz tutmak için çalışanlardan da bahsetmiyorum! İnsanların gereğinden fazla yiyerek çıkardıkları pis kokuları duyduğunuz hâlde sırf para için, bile bile burnunuzun direği kırılarak onları belirli yerlere taşımak işi vardır ya size verilen… O iş işte. Bu işi fukaralığınızdan kurtulmak için yapıyorsanız ölene kadar fukara kaldığınızı da fark etmeyeceksiniz, boş verin. Ama çöplerle yaşayıp, onları karıştırıp, arasında çıkarınıza olan bulduklarınızdan seviniyorsanız, başkalarına zarar verdiğinizi bilerek ve zengin olmak sizce buysa, baştan tırnağa pisliğe bulanmış durumdasınız. Kokunuz bir mil öteden vuruyor, anlamak istemeyenler fark görmüyor ama! Çoğu, siz gelmeden kimin geldiğini, kim olduğunuzu, ne yapacağınızı biliyor. Bir de pislik bulaşıcı olmuşsa, dokunduğunuza geçiyorsa vay çevrenizdekilerin hâline… Sizce yol yoktur, yolunuzu bulmak var sadece. Ben bu değilim demeyin, yediğiniz nanelerin kokusu sizi ele veriyor. Savaşlar kaybettiriyor herkese ama size kazandırıyor.

Sadece isimlerini kaybetmedi gittiğiniz/gitmediğiniz köyler. Göçmen olmayana girdiğinizde, köyün ruhu karşılar sizi, diğerlerine ne kadar bina kalkarsa kalksın temeli dökerken irkilirsiniz. Bahçedeki meyve ağacı durmadan kurtlanır ve hep hanenin bir sahibi daha vardır bir köşede tetikte sizi izleyen. Saygınlığınıza, insanlığınıza atılıyor bombalar ve doğanızı bozuyor, parçalıyor, yetmiyor yollar kesiliyor yıkıntılarla, arka bahçelerde korkarak hırsız gibi dolaşıyorsunuz, yeni yollar çift dilli yılan gibi sizi yutuyor. 40 senedir karartma var, önünüzü göremiyorsunuz. Adam sayılmak için hep kazananı seçmek veya kazanandan seçilmek zorundasınız. Gitmediğiniz köylere gitmek, hiç konuşmadığınız insanların kapılarını çalıp dilenmek, yok diyenlere korku salmak, onlara fırınlar, hellimliler vaad etmek, kazanınca da onları fırınlara atıp yakacak kadar kara gözlü olmak lazım. Onlar da bir günlüğüne adam sayılmaya alışmanın cezasını ödemek zorundalar çünkü ne yaptığınız, kimin için yapacağınız ayaklarına gitmeniz kadar önemsenmiyor. Doğruyu yalancı müzevirler üzerlerindeki çamurları atarak kapatıyorlar. Ağdalı sözlerle unutturuyorlar kimliklerini. Yatsı mumları çıkarma plajında yanıyor, yalan sönmesin diye paralı nöbetçiler dikiliyor başına. İsterken yüzüm bir karaydı verdin, bin karayım diyecekler çığlığınızı duymayanlar; kendilerini veremeyen konumuna koyup ağlayacaklar, siz de acıyacaksınız. Kasalar boşaltılmış, kriz varmış, cep delik, cepken delik, cepte yok bir metelik na’psınlarmış… Şerbet öyle kırk saat kaynatılmaz işte, bazılarına on dakika yeter; aksi takdirde bozulur ve tatlıyı da bozar. Umarım bu tarifi unutmazsınız.

Bu kapkaççılar nereden bulduklarını söylemeyecek, onları Allah’a havale ediyorum da! Allah da akıl vermiş, dağıtırken ben dağlarda savaşıyordum diyemezsiniz, kırk sene geçmiş. Adalet olsa, işçilerin terinde boğulacaklar, omuzlarına bastıkları altlarından çekilse tepetakla düşecekler yere ve onları kale almamayı öğrenecek herkes. Ama nerede gezer Takyanoz! Arayanlar çoğalsa, kazma bulunup bellerine vurulur. Artık fıkralar yön veriyor hayatımıza, mafiş gurban hep halka. İnsanların birbirlerine karşı kullandığı “gamaşa” kelimesini başka dile çevirebilir misiniz? Deneyin, ne zor olduğunu göreceksiniz. “Yok Bullez” lafını tadını bilmeyene anlatamazsınız, silkeleseniz önüne koysanız da anlamak istemezse anlamayacaktır.

Paranın fayda etmediği çok şey var insanı kahreden sıhhat gibi. Burada en kötüsü hastalığınızı bildiği hâlde umursamayan, pişirmeyi dahi bilmeyen birine mutfağı teslim edip geleceğinizle oynamanız ve 40 senedir yediklerinize devam ederek yaşayacağınızı zannetmeniz. Zaten yapmamanız gerekenler sizi bu hâle getirdi, yaşadığınızın tadı yaşayacağınızın garantisi yok bir de kendinizi kandırarak geleceği de harcıyorsunuz. Lekeli bir elbiseyle insan içine çıkılır mı? Lekeyi çıkarmak için doğru ilaç kullanmak lazım, aksi takdirde giydiğinizi de kaybeder, ayvayı yersiniz.

Çok filmler izliyoruz kahramanlık üstüne. Kurtarıcılar ilgimizi çeker ezelden beri; kurtarılmaya da çok meraklıyız. Tüm filmlerde senaryo kahramana göre kurgulanmıştır ama! Siz farkına varmıyorsanız ve hayatı boyunca sadece savaşmayı kazanmak için öğrenen ve ondan başka da hiç bir şey bilmeyen Troy filmindeki Achilles kahramanınız oku kendi topuğunuza saplar ve zorluklarla seneler harcayarak kurduğunuz başınıza yıkılır. Film kopunca da kaybedersiniz, elinizde kalır yazık çiçekleriniz ve mendil. Bir tren istasyonunda şarkınız çalınır ve tren çoktan gitmiştir... Tüm yaşadıklarınızı tekrar baştan yaşamaktasınız yine çünkü bu filmi defalarca gördünüz; sondan başlamış ve orda durmuştu, ne başı belliydi ne sonu, değişmemek üzere kurgulanmış ve devamlı aklınıza ekilmişti rüya ekiciler tarafından, hepsi aynı, fark yok diyerek. Ve neticede güya sizi tanıtacaklardı… Gördüğünüz her film nedense iyi ve kötü sahnesiyle size yanlışınızı hatırlatır hep. Film iyi bitse bile şüphede kalırsınız kuru üzüm neden muz dururken yenmiştir diye… 

Unlu parmağınızın izi olan defterinize yazdığınız tarifler güzeldir; kullanılan her malzemenin bir ölçüsü vardır ve en iyi yapanın adını tarifin yanına yazarsınız unutmamak için çünkü bunu en lezzetli o yapmıştır. Ölenlerin adı defterinizde yaşar tarifiyle… Mesela o tariflerde patates köftesini bulamazsınız çünkü her anneninki başkadır, malzeme karışıktır ve kimse onun gibi yapamaz… Önce malzeme pisliğinden arındırılmalı, temiz olmalı. Patatesleri kaşarlanmış çamurlu kabuğundan soyar, bir güzel yıkarsınız. İçine kattığınız diğer bir sürü şeyin yanında en önemlisi maydanoz… Üstüne bolca kıyıp yoğurmakla elde ettiğiniz hamur onunla lezzetlenir çünkü içinde acı vardır; hatta soğanı doğrarken gözleriniz yaşaracak, karabiber genzinize kaçıp sizi zorlayacak. Kısaca ağlatsa da neticeye bakın; tarifi en iyi bilen sizsiniz. Hatice’ye bakmayın, tatildeki Ayşe’yi de fazla karıştırmayın, denediniz olmadı, herkesin tarifi kendine… Neyse malzemeyi elinizle hazırladınız, şimdi kavrulmaya hazırsınız, çünkü ateşin önünde durmanız lazım! Her parça tek tek elinizde yoğrularak şekillendirilecek, böyle kızartılmaya kimse kızamaz, çünkü parçalar eşit, sıcaklık aynıdır zaten; eğer öyle yapmazsanız, görüntü bozulur, kimse tadını almaz. Büyükler yağı yutar, küçükler yanar kavrulur ve son alınan ekonomik tedbirlere benzer. Sakın kıymayı hazır almayın. İçine yememeniz gerekenleri katarlar, pahalı da olsa varsın kasap size kıysın, aksi takdirde lezzeti tutturamazsınız. Hastalıklarınız azar.

İnsanlar tarifsiz acılarla sıkıştığı zaman gidecekleri biri olması güzeldir tefeciye düşmezlerse… Eğer size geliyorlarsa boş dönmeyeceklerini bilerek, bu işin perisi sizsiniz demektir. Hayallerle uğraşmaktan yorulmuşlardır ve geldiklerinde de acının devam edeceğini, geçmeyeceğini bilirler. Etten kemiktensiniz, eliniz dokunmakla bir anda her şey değişemez, onlar da biliyor. Orada duruşunuz onlara yeter, teşhisi doğru koyup çare üretmenizle rahatlıyorlar. Duyguların paradan önce geldiği çok şey var sizi yıkan ama derdiniz hiç olmazsa geleceği kurtarmak… Para kolay dilenirsiniz ama dert figanla uğraşmak zor, emek ister. Yıkılan ruhlarda açılan gedikleri koyduğunuz tuğlalarla destekleyip önleyebilirseniz ne mutlu size… Tamir ederken insanlıklarını, onurlarını bir ipek böceği gibi çevrelerine örebildiyseniz, sizi kutsayan, sevgiyle uçuşan kelebekleriniz var demektir… Düşen biri sizi aradığında buluyorsa aşk olsun. İnsanların umudu olmak, onlara yemek yapmayı öğretmek güzel, avlamak niyetiniz yoksa… Kaç okul bitirdiğiniz, kimlerden olduğunuz, nerede oturduğunuz önemli değil herkese yetişmek için uğraşıyorsanız. Bazılarımız böyle çırpınıp durur bu memlekette, bazılarımız da yalnız kendine soyunur. Gülaçmaz, yasemintütmez bahçesine ay giremez, yıldız düşmez üstüne ama o kendine kâğıttan yaldızlar yapar, hayali farklar yaratır. Dilinden yurt eksilmez ve yurt, oturduğu sandalyenin yastığının kılıfıdır, her şeyi tek tek satın almıştır hayatına… Eşiği atlayıp dışarıya çıktığı an biter. Bunu bildiği için savaşır kanının son damlasına kadar ve kazanmaya bakar. Ona göre adam olmak budur ve kendinden başka da kimsenin hiçbir mana ve ehemmiyeti yoktur. Bu olmayan şeyi miras da bırakır, onlardan, bunlardan, şunlardan olursunuz, o kadar! Başkaca bir tarifiniz de yoktur. Çeşit isimde kahveler var, birinde ısrar etmeniz genellikle bağımlılığınızdan kaynaklıdır.

İnsanlar tuhaftırlar! Miras bıraktıklarıyla ilgili öyle tahayyülleri var ki, bıraktığına ruhunu yerleştirip ağlama duvarı olmak ister. Sevgiliye mehel görülen bu!  Nasıl bir sel basarsa bir yeri ve artık insanlar ince ince başlayan yağmurdan korkarsa, işte öyle korkuyorum böyle yaşayanlardan çünkü çoğaldıkça çoğalıyorlar. İnsanlar duygularla var olur farkında değiller. Onun kullandığı bir kelimeyi aynı yerde siz de kullanıyorsanız onu hatırlayarak ve üzerinden seneler geçse bile unutulmamışsa, bir içki masasında söyleniyorsa neşeyle, ya da genelgeçer durumu tartışıyorsanız hâlâ veya çılgın bir kalabalık ayağa kalkıyorsa isminizi duyunca dünyaya barış için elini uzatarak, zencefil ve limonsunuz soğuk algınlığına. Kanadı kırık güvercini bile uçurursunuz ya da seçtiğiniz, saraydan iş arabasıyla çıkar, yüreğiniz gururla dolar, yere göğe sığdıramazsınız kendinizi onu seçtiğiniz için. Bu, hiç kaybolmayacak, sizinle yaşayacak bir mirasın tarifidir. Yaşlandığınızda beraber yaşamayı, sevmeyi öğrendiğiniz hastalığınız gibi onunla da sonuna kadar yaşarsınız. Gözlüğümü sevmeyi öğrendim, o olmasa göremeyecektim çevremde dönenleri, yemek tariflerimi okuyamayacaktım…

Sizi tarif ederken söylenenler önemlidir. Çiçekleri sık yıkanıp temizlenmekten solmuş geceliğinizi, toz tutmaktan başka marifeti olmayan evinizi sonraya bırakın. Bakkaldan aldığınız konservelere iyi bakın, tarihi geçmiş olmasın… Ancak o zaman ruhunuz bir mirasta yaşayabilir. Bizim zamanımızda deyip hayıflanmaktan vazgeçer, zamanı yaşarsınız. Eski bayramları abartmazsınız, yeni potinleriniz yastığın üstünde, başınızın yanında uyuduğunuzu söyleyerek! Deri kokusuyla uyumak ve ayakkabıya bu kadar değer biçmek neydi… Güzel miydi fukara olmak? Ayakkabı tüm hayallerinizi, geleceğinizi kurgulamanız gereken yatağınızı basmış, sizin geleceğinizi kısırlaştırmış. Ya da bayram yeri! Cıncıraklar, dilek tutup tavşandan medet uman insanlar, kesik kafa, bir de dansöz getirirlerdi hatırlarım ne alakaysa! Çıplak kadın bedeni derme çatma bir platformda kıvranırdı aç bakışların altında. Kadınların yalnız sokağa çıkması yasaklı o devirde; çıldıran erkek kalabalığı kadını görmek için bayram yerine gelen tüm çocukları ezerdi. Eski bayramların başka olduğu safsatası da anlatanın ya zamanı iyi okumadığından ya da hâlâ el öpülmesinden medet umduğundan! Saygı el öpmeyi çoktan terk etti. Pişirirken kızgın tencerelerden sakınmak lazım; yemek fanteziniz güzel olabilir, ama dikkat etmezseniz eliniz yanar…

Binbir çeşit baharatla pişirdiklerinizin tadı kaç gün kalabilir ki insanın damağında. Bana sorarsanız, insan hangi yemeği yapsam diye dövünmemeli. Kimse kendini geleneklere denkleştirip, önüne ne konmuşsa devamlı şikâyet ederek yemek zorunda değil. Ne kadar cesaret ederseniz, ne kadar isterseniz, hayatınızı o kadar değiştirir, değişirsiniz. Çünkü yaşam bir çocuk gibi eteklerinize sarılmış sizi çekiştiriyor. Onu bir dondurma gibi çabucak tüketmek var kazığı elinizde kalarak. Bir de tarif defterinizi açıp isimlere bakarak en lezzetli ve uzun süreli olacağı seçebilirsiniz ve sizle beraber herkesin de yiyebileceği bir dondurma olur. Lezzeti damağınıza göre ayarlamak hastalığınıza göre malzeme kullanmak size kalmış, neticede elinizdekinin sihirli bir değnek mi olduğuna sadece siz değil sizinle yaşayanlar karar verecek fantezinize bakarak… Ya yaşarken fark edilecek tuz biber olacaksınız insan hayatına, ya da kör ölüp badem gözlü olacaksınız. İnsanların kullandığı geleneksel çok tarifler var defterlerine yazdıkları, tariflerin yanına adınızın yazılması için yeni ve güzel şeyler yaratmanız lazım.

 

Yayın Tarihi: 

Pazar, 12 Eylül, 2010